26 Nisan 2007 Perşembe

Bir Ömür Yetmez

Adı : Saturno Contro

Yapım Yılı : 2007
Ülke : İtalya
Süre : 110 dak.
Yönetmen : Ferzan Özpetek
Senarist : Ferzan Özpetek , Gianni Romoli
Oyuncular : Margherita Buy, Stefano Accorsi, Pierfrancesco Favino,Serra Yılmaz, Isabella Ferrari, Luca Argentero, Milena Vukotic

Ferzan Özpetek 'i anlamaya benim ömrüm yetmez. Artık sanırım uğraşmayacağım da. "Cuore Sacro" dan itibaren fena halde dağıldığına inanıyorum yönetmenlik ve senaristlik yeteneğinin... Neden bilmiyorum. İlham perileri terketti herhalde onu. Yani nasıl da olamamış bir filmdir şu "Bir Ömür Yetmez"... Yani insan bile bile nasıl yapar bunları? Akıl sır ermiyor.

Ne yapıyor derseniz... Biraz bahsedeyim. Filme genç bir erkeğin gözünden bir arkadaş grubunu tanımaya başlayarak giriyoruz. Genç erkek o kadar ön plandaki hikayede önemli bir rol oynayacağını düşünüyoruz. Artık bir aile gibi olmuş olan arkadaş grubunu da onun gözünden tanımaya başlıyoruz. Derken araya bir anlatıcı -narrator- giriyor: Lorenzo. Bu sefer de onun gözünden izliyoruz. Kişiler arasındaki ilişkileri pek anlayamıyoruz ilk başta ama olsun sonradan çözüyoruz. Davide ve Lorenzo beraber yaşayan bir çift ve çok romantik bir ilişkileri var. Angelica da Antonio ile evli. Roberta uyuşturucu kullanan genç ve bekar bir kız. Neval (Serra yılmaz) ise simultane tercümanlık işiyle uğraşan bir Türk. O da bir polisle evli. Sergio ise filmin sonunda anlayacağımız üzere Davide nin eski sevgilisi.

Buraya kadar henüz ortada bir hikaye yok. Derken ilişkilerde bazı olaylara tanık oluyoruz ama yüzeysel. Gözetleme gibi de değil, hani sanki girizgah olsun diye anlatılan bazı olaylar. Filmin içine girmiyoruz , ne bir karakterle özdeşleşiyoruz ne de "asıl hikaye"yle karşılaşıyoruz. Derken Lorenzo beyin kanaması geçiriyor ve komaya giriyor. Tamam, asıl hikaye başladı diyoruz. Kolektif hareketi benimsemiş bu arkadaş grubunu izlemeye başlıyoruz hastane koridorlarında. Arada kendi içlerindeki ilişkilere göz atıyoruz. Ancak kayda değer birşey olmuyor. Bir aldatma olayı oluyor sadece...

Lorenzo ölene kadar da bu böyle sürüyor. Hikayeye Lorenzo' nun babası ve üvey annesi giriyor. Baba Lorenzo 'nun yaşam tarzını sorguluyor çok da tasvip etmezcesine... Sonunda anlıyor ki Lorenzo seçtiği bu yaşamda çok mutluymuş. Yargılamak gereksiz diye karar veriyor.

Filmin yavaş temposu artık bir yerden sonra bayıyor. Hep aynı duyguyu yansıtan surat ifadelerini izlemek can sıkıyor. Portrelere çok odaklanılmış ancak değişen bir duygu ya da ifade yok. 2 sahne önce o karakterde gördüğümüz yüz ifadesi neyse 3 sahne sonra da öyle , 5 sahne sonra da...

Oyunculuklar pek iyi değil. (Serra Yılmaz 'a saygılarımı sunarım o ayrı).

Bu arada Lorenzo komada olduğu süre boyunca çocuğu bize hiç göstermiyor yönetmen, sadece onu görenlerin yüzlerini izliyoruz. Öldükten sonra da kilisede, arkadaşlarının Lorenzo 'yu son kez görmeye gittikleri yerde görüyoruz onu. Bu sahne çok iddialı. Çünkü oldukça dramatik bir sahnede çok neşeli bir müzik çalıyor fonda. İnsanların ağlaşıp sarılmalarını gayet mutlu ve coşkulu hatta oynak bir şarkı eşliğinde izliyoruz. Burası beni çok rahatsız etti. Çünkü bu tür iddialı bir sahnenin arkasının da dolu olmasını bekliyorsunuz. Eğer hüzünlü bir sahneye neşeli bir müzik konuyorsa birşey vurgulanmak isteniyordur, anlatılmak istenen birşey vardır beklenilenden farklı. Ama yok. Belki de sahnenin sonunda Lorenzo 'ya hastalığı boyunca hiç bakamayan Roberta 'nın sonunda bakıp onu canlı ve neşeli bir şekilde hayal ettiğine yani öldüğüne inanmadığına bağlamak içindir. Bilemedim...

Hikaye burada bitiyor gibi dursa da bitmiyor. (aslında bana göre hiç başlamadı bile). Sonra bazı çözülmeler başlıyor. Arkadaşlar kendi aralarındaki ilişkileri de sorgulamaya başlıyorlar ama gene yüzeysel... Sonra Lorenzo ' nun sanatçı olan sevgilisi Davide ' nin intiharın eşiğinde olduğunu görüp onu yalnız bırakmamak için inzivaya çekildiği köy evine (çok güzel bir yer) gidiyor tüm bu arkadaşlar... Sonra Davide' yi hayata yeniden bağlayıp tekrardan gülümsemeye başlıyorlar ve film bitiyor...

Ha bu arada filmin başında ilk kez arkadaş grubuyla tanışan ve ilk onun gözünden bu arkadaş grubuna girdiğimiz o genç çocuk film boyunca çok silik kalıyor. Grubun yanında öylesine dolaşıyor. Repliği filan yok neredeyse. Filmin sonunda acaba Lorenzo' nun yerini mi alacak diye soruyoruz ama onu da hemen cevaplıyorlar zaten. Hayır.

Yani birbiriyle örtüşmeyen bir çok şey var filmde. Gereksiz olan çok şey. Güçlü olmayan bir hikaye. Kısacası kötü senaryo... Oysa ki öyle miydi Cahil Periler? Hatta Karşı Pencere? Hikaye odaklıyken aynı zamanda karakter odaklıydı da. Bu filmde ise ikisi de yok.
Şaşırdım ben de. Acaba Cahil Periler zamanında biz mi sinemadan anlamıyorduk yoksa gerçekten de Ferzan Özpetek yaratıcılığını mı kaybetti? Olabilir. Pek çok sanatçı ünlü ve popüler olduktan sonra tıkanıyor ve iyi birşey yapınca daha iyisini yapma stresi altında abuk sabuk işler de çıkarabiliyorlar.

Neyse ne ama ben şunu biliyorum ki , Ferzan Özpetek 'i artık pek takip etmeyeceğim... Yine de siz kendiniz bir görün karar verin derim...

http://www.saturnocontro.com/

10 Nisan 2007 Salı

Başkalarının Hayatı

Adı : Das Leben Der Anderen
Yapım Yılı : 2006
Ülke : Almanya
Yönetmen : Florian Henckel von Donnersmarck
Senarist : Florian Henckel von Donnersmarck
Oyuncular : Martina Gedeck, Ulrich Mühe, Sebastian Koch
Süre : 137 dk

Herhalde isminin bu kadar iyi ifade ettiği film çok azdır. "Başkalarının Hayatı"... Gerçekten de filmde başkalarının hayatının bizim, bizim hayatımızın da başkalarının hayatları üzerindeki etkileri konusu yer alıyor...

Doğu Almanya 'da ideallerine sıkı sıkıya bağlı bir yaşam süren, STASI teşkilatı üyesi Wiesler 'i tanırız önce. Katı, kurallara ve sosyalizme sıkı sıkıya bağlı, kendini işine adamış yalnız bir adam... Kötü adam yaparız onu en başta. Sonra kendine olan dürüstlüğünden ötürü hem hayranlık duyar hem de biraz acırız. Ardından daha çok tiyatro oyunları yazan bir yazar olan Georg Drymen 'ı tanımaya başlarız. Onu , onunla birlikte yaşayan sevgilisi -aynı zamanda oyuncu olan- Christa 'yı ve aşk hayatlarını... Bizimle beraber Wiesler de tanımaya başlar onları çünkü kendisine bu yazarın izlenmesi görevi verilmiştir. Amacı yazarın devlete karşı olan bir hareketini yakalamaktır. Bunu isteyen de Christa 'yı beğenen ve forsunu kullanarak Christa 'yla bir ilişki yaşamaya çalışan Bakan Hempf 'tir.

Bakan, Christa 'nın zaaflarından (yasak ilaç kullanımı gibi) yararlanarak, kendisine muhtaç olduğuna inandırır ve kadını zor duruma sokar. Christa ilaçlarını alabilmek ve oyunculuk kariyerine devam edebilmek için bakanla gizli gizli buluşarak sevgilisine yalan söylemek zorunda kalır. Bu tür bir ilişki yüzünden kadınının mutsuz olduğunu gören Wiesler, bakanın bu hareketine sinirlenir ancak hiyerarşiden ötürü birşey yapamaz. Bu buluşmaları da gözlem raporundan çıkarmak durumunda kalır.

Wiesler bir gün Christa 'yı bakanın arabasından inerken sevgilisinin görmesini sağlar ve sadakatsizliğinin bedelini ödemesini bekler. Ancak iki sevgilinin aşkları o kadar kuvvetlidir ki, bu durum bile onları ayırmaz, aksine daha da sıkı kenetler ve kadın bakanı bir daha görmeye gitmez. Bir tarafta güçlü bir aşk ve aslında Wiesler gibi kendi idealleri için savaşan , sanata ve insani duygulara değer veren insanlar, bir tarafta da rejimi korumak isteyen ve bunun uğruna her türlü gücü kullanan insanlar. Bu olaydan çok etkilenen ve bir taraftan da kendisine bu görevi veren insanların ikiyüzlülüğünü gören Wiesler' in de hayatı değişmeye başlar. Sonrasında da kendisi yazar ile sevgilisinin hayatlarını değiştirecek bazı olaylarda rol alır...

Gözetlemek gibi cezbedici bir olgunun filmde yer alması da bana göre film içinde film gibi olmuş ve ayrı bir renk katmış...

Filmin atmosferi o kadar güzel oluşturulmuş ki, dönemin kasvetini, seçeneklerin azlığını, diken üstünde olmayı, insanların çaresizliğini çok iyi hissettirmiş ve filmi kusursuz denecek bir şekilde tamamlamış.

Senaryo o kadar iyi ki, normale göre ağır bir tempoda gitmesine rağmen filmin içine giriyor ve kendinizi kaptırabiliyorsunuz. Senaryoda karakterler çok detaylı ve başarılı bir şekilde işlenmiş. Bunun yanında Ulrich Müche 'nin oyunculuğuna da hayran kalıyorsunuz. Bazı sahneler var ki, karakter hiçbirşey söylemiyor , sırf bakışlarından hikayenin gidişatının değiştiğini anlıyorsunuz... (örneğin Wiesler 'in Christa 'yı sorguladığı sahnede , aldığı cevap sonrası bakışları)...

Film bana kalırsa dönemin siyasi tavrını çok fazla kurcalamamakla birlikte olduğu gibi de yansıtmış. Çok birşey söylememiş. O iyidir, bu kötüdür dememiş. Sebepler göstermemiş. Aslında her tarafın da iyi ve kötü yanları olduğunu hissettirdi bana... Siyasi rejim ne olursa olsun, idealler insan hırsına yenik düşebiliyor, bunu çok iyi gördüm filmde... İdealleri olan bir insan da bu tür güç kavgaları yanında eriyip yokolup gidiyor. Ancak ne olursa olsun iyi ya da kötü başkasının hayatı üzerinde ne kadar da büyük bir gücü olduğunu görüyoruz insanın. Bu milyonlar olmasa bile...1 kişi olsa bile... Denizyıldızı hikayesinde olduğu gibi... Onun için birşeyler farkediyor...